14 Ağustos 2013

Sound City


müzik ile ucundan kıyısından uğraşan kitleye yönelik efsane olmuş(muş) müzik stüdyosunun belgeseli çekmişler. çok teknik meseleler değil ama sonuçta dinleyiciler açısından kayıt aşamaları ya da müziğin ortaya çıkış aşamaları ne kadar ilgilendirir diye sormak lazım. bu dediğim çerçeve içersinde hoş bir belgesel olmuş. dijital-analog meselesinden kayıt programları meselesine hoş idi. Jim Keltner - If I Were Me bölümündeki laflara katıldığımı söyleyebilirim. üstelik müziği de pek tatlı... 

--- spoiler ---

.en vurucu kısımlardan biri insan faktörü meselesiydi aslında, her şeyin dijitalleşmesi yanında tamamen karşı durmak yerine bunu insan faktörü ile kullanma meselesi yapmaları bir bakıma anlaşılır ama pro tools'a cehpe almaları o kadar anlaşılır değil. sound city'nin sadece nostaljik anlamları olabilir çünkü aynı kaliteyi, aynı şekil kaset üzerine değil de pro tools üzerine yapmak mümkün değil midir? hiç buna girmediler.

.ha yüzde yüz analog meselesi tamam anladım ama yine de aynı analog kayıt kalitesini kullanan ve aynı şekil aynı anda çalındığı bir kayıt ortamı da oluşturulabilir. bir nevi şekilli hücum kayıt gibi bir şey diyelim.

.diğer taraftan belgesel içinde de denildi. herkesin ulaşabilir olmasını kötü bir şey olarak anlattılar. kurdukları devasa stüdyoya gidip çalıp kayıt edecek kaç kişi olabilir? tüm meseleyi bir zümre meselesi yapmalarına da pek katıldığımı söyleyemem. üstüne iki konuyu birleştirir isek güzel olan müzik sadece güzel olduğuna inandığımız müzik gibi bir sonuca çıkıyor ki, bunu kabul etmek de zor.

.adamların bok kokuları, pis koltukları, içtikleri biralar, orada yaptıkları ettikleri hepsi efsane oluyor yani bir anlamda. hepsi zamanında sıradan ve belki bir diğer stüdyo ile rekabet içindeyken bile şimdi diğerinin ismini dahi duymuyoruz. sanki herkesleri bunlar kaydetmişler gibi. işin garibi verdikleri listeye bakılırsa cidden öyle gibi de ama yine de tek tük bile olsa vardır kıyıda köşede.

.bilgisayarın devreye girişi ile ikiye bölünüp yeni bir stüdyo da kuruyorlar ama pek buna girmiyorlar, asıl olan sound city'nin büyüsü gibi bir şey yapmaları insanı biraz üzüyor. sanki her kaydedilen orada süpermiş gibi... aslında tersi, belli bir aşamaya geldikten sonra kalite kaliteyi doğuruyor gibi bir mesele olmuş ve adamlar yürümüş gitmiş.

.buna rağmen iki kere kapanmış ve iki kere açılmış. hala faalse bile dediğim gibi sadece nostaljik amaçlara hitap edebilir diye düşünüyorum. yoksa analogda bir büyü olduğunu düşünmemiz çok hüzünlü olur çünkü eninde sonunda dijital sese çevrilmiş halini internetten dinliyoruz. gidip kasedini almadıktan sonra bu kadar muhabbet boşa gidiyor ki kaset mi kaldı artık anasını satayım hehe. adamlar cd çıktığı dönem allahlarını şaşırmış yani o kadarını diyeyim.

.bir de sonradan eklemeden edemedim, the legend of 1900'de olduğu gibi müzik kaydedilir mi ulan deseler yine eyvallah derdim de... adamların işi kaydetmek zaten, bunun yerine kendi yaptığımız iş en doğrusudur açısından bakmaları, bırak da başkaları sana doğru desin hissiyatı uyandırıyor insanda.

--- spoiler ---