16 Nisan 2018

one strange rock s01e04:

Genesis

adamlar yeni bir belgesel serisiyle gelmiş ama genelde günlük yayın akışına bakarım, ismi hiç ilgi çekici gelmemişti. öyle rastgeldi de büyük bir belgesel yapımı olduğunu fark ettim. büyük derken işte diğer standart işlerden bir tık ötede. kozmoz bir uzay serüvenine yakın diyelim. bu sefer sunucumuz will smith. olmuş mu? bence pek olmamış. salak saçma büyük annesinden bahsederken morgan freeman gibi bahsedememiş ki onun da belgesel serilerinde benzer muhabbetleri yaptığını görüyoruz. belki aynı adamlar çalışıyordur, kim bilir artık. bir garip kaya olarak dünyayı ele almışlar. dördüncü bölümden başladım, çok büyük feyzler alamadım. temel mevzuları bol görüntülerle anlatmışlar. çok fazla bilgi yok ama kritik güzel laflar var. iyimserim ama diğer bölümleri de görmek lazım, her birine ne ara denk geleceğim de izleyeceğim bilemiyorum, salak saçma bir yayın akış mantıkları var.

--- spoiler ---

.yaratılış meselesi aslında ilk bölüm olması gerek ama başka ilginç bir yerden başlatmışlardır herhalde. yartatılış muhabbetine dair herhangi yeni bir bilgi, yeni bir bulgu falan açıklanmıyor. mevcut yıldız tozuyuz biz laflarının tekrarı var. gerekenleri saymışlar hepsi iyi güzel ama gerekenleri sayarken şak diye gökdelenlerin tepesindeki paratönerci mühendiz çinli amcaya gitmeye pek gerek yoktu. benzer şekilde angel şelaleri tırmanıcıları da çok saçma olmuş.

.hepsi güzel görüntülerle anlatımı birleştirelim diye yapmışlar, lafım yok güzel de olmuş. o nasıl şelaledir ulan diyoruz da bu şelale belgeseli değil ki kuzum, ne bileyim suyun kayayı aşındırmasını daha güzel anlatabilirdi.

.mesela yeraltı mağara sisteminde canlıları görebilseydik deyip sanki gökyüzünde parlayan yıldızlar gibi göstermeleri falan çok iyidi. yine benzer şekilde hücre modellemeleri, anlatımları falan çok iyidi ama hem kısa tutmuşlar hem de efektini bol katmışlar.

.will smith'in gereksiz yorumlarını çıkartırsak, öncelikle yıldız tozu diyor. dünyanın oluşumundan biraz bahsediyor. maddelerin toparlanması iyi güzel ama canlılık için su gerekir diyor, suyun temel çözücü olarak maddenin birbiri ile iletişimini sağlayan bir ortam olarak ele alınması aslında bölümün en tatlı fikri. yani zaten öyle olduğu bariz ama bunu böyle tatlı bir şekilde ifade etmelerini pek beğendim. su yerine bu iletimi sağlayacak her şey olabilir anlamı da çıkıyor ya neyse oralara girmediler.

.toz, su ve enerji diyorlar. enerji de yıldırımlar şunlar bunlar pişen çamur deryası gibi anlatılıyor. iyi güzel de tarif böyle mi diye kendileri de soruyor. içinde karbon olmalıymış. karbon kardeşimiz hakkında da minik bir detay veriyorlar ki çok fazla bir detay bulamıyoruz, kendileri diğer elementlere göre değişik sayıda bağ oluşturabilme özelliğine sahipmiş. bu sayede bu kadar farklı canlılık olabilmiş. en azından ben öyle anladım. karbondaki 666'dan böyle bir özellik olduğunu tahmin ediyorum. özel bir tasarımdan çok böyle simetriler falan filan gibi açıklanabilir gibi de bir şey demediler. işin bilmini onlara bırakalım.

.tarif tamam ama bunlar yine tek başlarına yetmezmiş, hücre zarı daha doğrusu hücreyi içinde tutacak bir yapı gerekiyormuş. bu da nasıl allahın hikmeti ise kaynayan sulardaki baloncuklara kaçmış temel yapılar olarak oluşmuş. yani hepsi tamam ama bu baloncuklu yaşam fikriyatı insanı biraz zorluyor. hani keşke böyle olmuş olsa yine lafım olmayacak ama yuh yani, bu kadar mı diyor insan.

.materyal yine tamam, her tarafta aynısı var. su hadi o zaten kendi başına mucize, üzerine elektriği, enerjiyi verip kaynatıyor, sonra bu da yetmiyor, kaynamanın ortaya çıkardığı baloncuklara tutunmak zorunda kalıyor, yoksa mevcut suda çözülüp gidecek. onu dış dünyadan ayıran bir şeye ihtiyaç duyuyor.

.böyle bakınca aslında garip, hücre zarı esas yaratıcımızdır. bizi biz yapan daha doğrusu felsefi olarak seni bulunduğun yerden ayıran kavramdır denebilir. en azından anlatımlarından böyle hisler çıkıyor. bunu da artı hanelerine yazabiliriz ama işte hücre zarı olayı tamamen muamma, anlattıkları da tamamen spekülasyon, kesin olarak bilmeleri zor ama tabii niye bu böyle, niye başka yerlerde olmamış? bunları açıklayamıyorlar. yaygın olabilir, yok efendim güneş sistemindeki uydularda bile olabilir falan filan geyiklerini eklemeyi ihmal etmiyorlar.

.ilk hücrenin bu şekilde ortaya çıkışından bahsediyorlar. diğer patlamış baloncuklar deryasında bir ilk, çoğalabiliyor ve tüm canlıların kökeninde bu var. en azından böyle anlatıyorlar ama yine insana bir taraftan çok da makul gelmiyor. neden bu baloncuk bütünleşmesi bir kereye mahsus olsun ki? neden bir tek hücre bunu becermiş ve hepsinin atası olsun ki? bunun detayına girmediler. zaten her şeyi teke indirmeye çok meyilliler. her şey tek noktadan oluştu, insanın tek atası var (bunu sonradan değiştirmişlerdi ama yine de mantığı anlatmak için diyorum), tek bir başarılı hücreden geldik falan filan işte. bir yerden sonra bilimsel bilginin inanç haline geldiği hissiyatını yaratıyor.

.yani özündeki tesadüf fikri, yıldız tozlarının doğru şekilde karışması ve şartların uygun olması meselesinde öyle bir yere iniyorlar ki biraz daha zorlasalar allah diyecekler. belki tersinden din biraz daha zorlasa ahanda böyle olmuş diyecek gibi. ikisini zaten devamlı birleştirmeye çalışıyorlar ama özünde tüm anlatılanların çok da farklı olmadığı hissiyatından kurtulamıyorum.

.zaten temelde deneyimlenen bir hadise değil. belgesel sunucuları sevgili astronotlardan seçmişler, nerdeyse hepsinin tipini tanıyorum. bir tek bölümde çok konuşan zenci karıyı görmemiştim. zaten sekiz gün kalmış uzayda ama esas olayı yaşamı araştıran doktor da olmasıymış. onu konuşturtmuşlar, dünyayı uzaydan görüp olayın idrakine derinlemesine dalmışlar. böyle tipler mi yani? bilemedim artık.

.ilginç olarak mesela dünyayı bir hücreye benzetmeleri, güzel bir benzetme aslında ona lafım yok ama dünya içindeki maddelerin uzaya savrulup bir anlamda çözülmesini engelleyen hücrenin kendisi. zarı marı var işte, gerisindeki benzerlikler kurulabilir. evrenin okyanusa benzetilmesi, okyanus içinde hücrenin dünya olması gibi anlatımlar zaten her daim yapılır.

.işin güzelliği ziyniyat olarak bir açıklama meselesinde. beynin yapısı tüm bu bilgileri bu şekilde işliyor, bir yerden sonra gerçeğin kendisini mi buluyoruz beynimizi mi tatmin ediyoruz, ondan çok emin olamıyorum. böyle anlatılınca insan beyinsel olarak tatmin oluyor ama kalplerdeki bu mutmain olayı zaten inanmanın kendisi, yani çıkmaz sokak gibi. kendimizi kandırmayalım ilim bilim öğrenelim derken yine aynı yere saplanmak gibi. 

--- spoiler ---